12 Mayıs 2010 Çarşamba

Gençlik Günlerinde Aşk

Ne çok yazmak istedim O'nu. Bir gereği yok aslında anlatmamın. Bir şey de olmadı, yeni, hayatlarımızda. Öyle durup dururken, bazen, O'nu düşünebiliyorum, hatırlıyorum, hüzünleniyorum, neşeleniyorum... Belki de sadece kaydetmeyi istiyorum.

Onu ilk kez sınıfta gördüm. Benden yedi yaş büyüktü. Derslerini hep büyük bir heyecanla işlerdi, öğretmeyi seviyordu. Sınıfta çok hareketliydi. Sanki zıplıyormuş hissi verirdi. Sesi hep yüksekten çıkardı. Gençti ve çok güzeldi. Arkadan topladığı uzun sarı saçları, top sakalı vardı. Alt dudağının hemen altındaki ince sakal kümesiyle oynamayı severdi. İki parmağının arasına alır, sivriltir, üst dudağına götürür, dişleriyle kemirir, ıslatırdı. Bazen elleri belinde, arada saçlarını elleriyle arkaya atardı.

Gençtim, güzeldim, heyecanlıydım ve bu adamı mutlaka tavlamalıydım. Kısa teneffüslerdeki sohbetlerimizde ortak noktamızı keşfettim, üzerine gittim. Fazla uzun sürmedi, benimleydi, yakınımdaydı. Ama bana çok uzaktı. Birlikte miydik, değil miydik hiç bilmiyorum. Belki birlikteydik, belki de hiç olmamıştık.

Ona hayran olan kız öğrencileri hisseder, kıskanırdım. Bilirdim herhangi birine her an kaptırabilirdi gönlünü. Ben de aynı diğerleri gibi, ona hayran bir genç öğrenciydim.

Bir gün büyük bir heyecanla ona sürpriz yapmaya gitmiştim, randevum var diyip beni geri çevirmişti. Yaşadığım hayal kırıklığını, İstiklal'de yürürken girdiğim mağazadan bir kupa alarak atmaya çalışmıştım. Kupayı hala saklarım. İç yüzeyindeki çatlamış ve belirginleşmiş hatlar ne kadar eski bir anı olduğunu hatırlatır bana.

Beni arada arardı. Senede bir iki, bazen birkaç senede bir. Bazen hiç. Ne zaman ben arasam o öğretmen tavrından taviz vermez, yine genç öğrencisi yapardı beni. O beni aradığı zaman ise başka bir insan olurdu. Severdi beni, bilirdim. Uzaktan da olsa severdi. Onun için özel bir arkadaş olduğuma inanırdım.

Bir gün yine beni aradı. Gittim. Çok mutsuz ve üzgündü. Teselli ettim onu. Günlerce. Kulağıma fısıldadı, aşığım sana diye. Yok demiştim olamazsın. Sen bana aşık olamazsın. Ben hep öğrencin kalacağım senin. İnanmak istemiştim çok, ama inandırıcı gelmemişti... Bir akşam, birlikte olmamızı ister misin diye sordu. Öyle sarhoştu ki, ertesi gün hatırlamayacağını bilerek, sen bilirsin, senin kararın, ne karar verirsen ver yanındayım demiştim... O günlerde çok gülmüştüm, çok eğlenmiştim, hüzünlenmiştim, ona yıllar sonra yeniden aşık olmuştum. Onun ilk kez bana gerçekten aşık olduğunu hissetmiştim. Bir umut doğmuştu, belki bu kez birlikte olabiliriz gerçekten diye. Olmayacağını anladığımda günlerce ağlamış, kendime gelememiştim. Sözüme sadık kalamayarak küsmüştüm bu kez. Sevgilisi olmamı istemiyordu, çünkü beni kaybetmeyi istemiyordu.

Bir gün evlenme kararını bildirdiğinde, bir arkadaş grubumuzlaydık. Kalbime bir şey saplanmıştı. Herkesin içinde kırgınlığımı gizlemeyi başararak tebrik etmiştim onu. Eşiyle arkadaş oldum, onunla arkadaş olmayı öğrendim, evlerine gittim, dostlarıyla tanıştım. Ve böyle sürdü gitti. Bir kez daha düğününe gittim, tekrar evlendiğine şahit oldum. Hatta düğününde çocuk gibi parmak kaldırıp "Dördüm!" diye bağırarak kendimce komik bir espri yapmak istemiştim, tabi ki yapmadım. Artık büyümüştüm, aşık değildim ve kırgın da değildim.

Bana bir gün tuhaf bir anlama yeteneğin var senin dedi. Kendimi anlama ve dünyayı anlamamı kastetti sanırım. Belki de onu anlamamı... Güzel bir kadın olduğumu söylemesinden çok, en çok bunu söylemesi hoşuma gitmişti. Tuhaf bir anlama yeteneği... İşte bu demiştim, dünya üzerinde kimse onun beni anladığı kadar iyi anlayamaz, kimse cümlelerimi onun kadar iyi tamamlayamaz.

Ve herhalde yaşamım boyunca aynı şeye bakıp da aynı şeyi düşündüğüm bir insan olmamıştır ve belki de olmayacaktır. Derin bir suskunlukla izlediğimiz İstanbul Boğazının kıyısında, ikimiz de aynı anda içimizden, keşke yunuslar geçse diye geçirmiştik. Bu yüzden İstanbul Boğazından geçen yunuslar mutluluk verir bana.

Bir gün bana, ilk görüştüğümüz zamanlarda bir barda, ona sarılarak "seni hep bekleyeceğim" dediğimi hatırlattı. Ben unutmuştum... Onun tahtaya ismini yazarak tanıştığımızdan bu yana 13 sene geçti. Bekledim mi bekler miyim bilmiyorum... Ama merak ederim. Acaba Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk kitabındaki gibi yarım yüzyıllık ırak aşktan sonra ilk kez bir gemi kamarasında biraraya gelen iki yaşlı genç gibi, kırk yıl sonra yeniden sevişir miyiz?



Bu yazdıklarım, olaylar ve kişiler gerçek olmayabilir, ama olabilir de... Olay örgüsü karışık da olabilir, sıralı da. Yorum yapma hakkınız bakidir ama sorgulama hakkınız yoktur. Okuduktan sonra beyninizden imha etmeniz tavsiye edilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder