22 Ekim 2010 Cuma

iyi yolculuklar

güzeller güzeli kardeşim bana taa almanyalardan hediye göndermiş. Bir de açtım baktım ki travel kit, boyun yastığı, maske, kulak tıkacı. Yolculuklarda rahat uyuyayım diye. Ama ona anlam katan içindeki mesajıydı: bağlanmaktan korkma. eğer sevgi ve güvenle bağlandıysan, nereye gidersen git O gelir seni bulur. Hayatta iyi "yolculuklar"...

15 Ekim 2010 Cuma

doğdum

Kaç gündür doğum günüm olduğunu bile unutmuşum. Yaklaştıkça hatırladım.
İşte o gün bugün.
Zaman geçiyor ama yaşlılık vs. bana o kadar uzak ki.
Ben hala büyüyememiş bir çocuk gibi hissediyorum kendimi.
Sanırım ne zaman kendimden küçük bir varlığın sorumluluğunu alırım, işte o zaman büyürüm. Ya da onunla büyürüm diyelim.

Bugünün özel olmasını gerektiren bir şey yok. Salı'ya sunum yetiştirmek için evde ders çalışıyorum.

İyi ki doğmuşum beaa :DDD

6 Ekim 2010 Çarşamba

hoşçakal

Aradığında bir Ankara polisiyesinin neredeyse sonunda, reklamlardaydım. Çok heyecanlıydı. Reklamlar bitti. Telefonu kapatamadım. Hani birbirimizi anlamadığımız, saçmaladığımız bölümler vardı ya, konuşmamızın sonuna doğru, işte orada adam karısının kendisini aldattığını öğrenip adamın tekini öldürüyodu. İşte orada telefonda ikimiz de kitlendik.

:)))))))

Yok ben aynı anda iki işi yapabiliyorum merak etme ;)) Cinayet sebebini çözmeye çalışırken beni ne kadar sevdiğini anlamış bulunuyorum mesela. Aslında birbirimizi ne kadar uzun zamandır ama ne kadar az tanıyoruz. Sen bu kadar az tanıdığın birini sevebiliyor musun? Bir de beni iyi tanıdığını söyledin değil mi telefonda? Beni gerçekten tanıyor musun, emin misin? Ben bile kendimi iyi tanıyamıyorken. Ben seni iyi tanıdığıma çok emin değilim mesela.

Bir de ne dedin? Senin hep yanındayım... Kastettiğin mesafe değil biliyorum. Önemli de değil zaten. Belki de bu yüzden benim ardımdan aramayınca, senin ifadenle "unutunca" kendini kötü hissetmen. Biliyorum ne zaman arasam hep oradasın, hiç merak etme küsmem, unutmadığın sürece uzun süre :)).

Zaten iki hafta sonra bu mesafe artık iyice belirgin olacak. Geçtiğimiz sene çok gitmeyi istediğim bir ülkeye gidiyorsun. Geri dönecek misin bilmiyorum. Belki oradan başka bir yere. Hepimiz bir yere. Farklı hayatlar bekliyor ikimizi de. Yıllar sonra yine bir Güney sahilinde ya da bir kuzey şehrinde tekrar karşılaşır mıyız bilinmez. Ama biliyorum ki sen hep varsın, oradasın. İyi ki varsın...

O kuzey şehrinde mutlu olmaya bak, olur mu? Gündüzlerin gecelerin fiziki olarak birbirine karışabilir ama aklın ve ruhun karışmasın.

Yine "gelirsin sen de" dersen bakarsın gelirim. Bana da bir yatak yap evinde olur mu, pijamam çiçekli olsun mümkünse. Odamın penceresi de doğaya baksın. Ben gelene kadar yöresel yemekler öğren, bir de güzel şarap açalım yanında, soğukta içimiz ısınsın. O meşhur mobilyacının masa ve koltuklarında sabahlara kadar oturup sohbet edelim. Belki de bir film izleriz.

O zaman ne diyelim... Tekrar görüşmek üzere hoşçakal.

4 Ekim 2010 Pazartesi

nijeryalı komşu

Geldi gelmedi erteledi derken sonunda Almanya'daki nijeryalı komşum istanbula geldi. Nijerya'dan Almanya'ya dönüş uçağını İstanbul aktarmalı almış, burada da üç dört gün geçirmeyi planlamış. Aslında planı bir hafta kalmaktı ama o kadar vize vermemişler, üç gün ile sınırlı tuttu.

Salı günü Beyazıt'ta buluştuk. Banka, döviz, uçak bileti değişikliği vs. işleri derken o gün öyle geçti. Ben bizde kalacak sanıyodum, hostelde rezervasyon yaptırmış. Ama rezervasyon yaptırdığı hostel çok kötüydü, biz de gittik sultanahmette bir hostel bulduk. Çok şahane bir yer değil ama fena da değildi.

Çarşamba gününü Topkapı, Aya Sofya ile geçirdik. Tüm günümüzü aldı. Perşembe günü de Kapalı Çarşıdan girdik, oradan Mısır Çarşısı'na yürüdük. Mısır Çarşısından Galata'ya, oradan Tünele ve Beyoğluna, sonra Nevizadeye. Orada arkadaşın bi mekanında bira içtik, sonra Taksim meydanına, Dolmabahçeye, Beşiktaşa kadar yürüdük. Çok keyifliydi.

Cuma günü de eşyalarını bizim eve bırakıp, Çengelköy'den boğaz vapuruna bindik ve boğaz turu yaptık. Kanlıca'da indik, oturduk çay içtik. Oradan Kadıköy'e otobüsle geçtik. Kadıköy'den sahil otobüsüne bindik, Caddebostandan bostancıya kadar yürüdük.

Adama gösterebileceğim her yeri gösteriyorum, yedirebileceğim her türk yemeğini yediriyorum. köfte, kebap, helva, musakka vs. Sonra da soruyorum, nasıl, ne düşünüyorsun? Sürekli "its ok" diyor. Yani şimdi bu its ok'in bana göre çeşit çeşit anlamı var, tamam, fena değil, vs. Halbuki çok güzel, lezzetli, harika gibi sıfatlar duymak istiyorum. Sürekli ben buna "ne demek yani ok??, bu kadar mı??" diye üç gün boyunca başının etini yedim. O da gülerek "its ok" diye cevap verdi. Bir türlü adama muhteşem, harika dedirtemedim.

Cuma akşamı ben dalışa gideceğim, o da havalimanına gidecek, sabaha karşı uçağı. Bizim evde içeride annemle konuşuyorlar, ben de eşyalarımı topluyorum. Annem kafasında kurduğu her türkçe cümleyi birebir ingilizce çevirmeye çalışıyor, korkunç çeviriler yapıyor ama neyse çabalıyor işte. Bir ara komşumun kahkahalarını duydum, gittim sordum hayırdır dedim. Annem mektuplaşmak nasıl deniyor filan diye bana bir şeyler soruyor. Annemin bombası: "İngilteredeyken nijeryalı bir sevgilim vardı, iki yıl mektuplaştık". Anne dedim neden evlenmedim, babanla tanıştım dedi. Hatırlıyorum, ispanyol paça pantolonlu kara bir çocuğun bir mektupla birlikte fotoğrafı geçmişti elime. Nereden nereye...