28 Haziran 2010 Pazartesi

1. gün

Cumartesi bir arkadaşımın düğünü var. Kaç zamandır aklımdan çıkmıştı düğünü. Ta ki geçen arayıp kına gecesini haber verene kadar. Ha siktir dedim ne giycem. Kınaya ne giycem, düğüne ne giycem.

Kına deyip geçmeyin, sosyetik mekan Al Jamal'daydı. Zaten bir girdim içeri, giydiğimden, fönsüz, yeni bile yıkanmamış saçlarımdan, yağmur var diye ayağıma geçirdiğim botlarımdan utandım. Zaten ben böyle yerlerde iyice sönükleşir, kasılırım. İyi giyinseydim bile eminim kendimi kötü hissederdim. Allahım nasıl bir gösteriş mekanıdır orası. Zaten birkaç ay önce önünden geçerken, kapı önündeki rüküş ötesi koltukları görünce burası da ne böyle diye dumur olmuştum. Geçen akşam içeri girdiğimde ise daha bir dumur oldum. Zaten kapı görevlisi, hoşgeldin, merhaba bile demedi, kıl oldum. Kokona bir kadın karşıladı beni, süzdü. Neyse burası böyle arap motiflerinin işlendiği, göya, bir mekan. Zenciler bile çalışıyor, arap değiller muhtemelen, öyle diyeyim. Dekorasyon acayip süslü, şatafatlı. Ama gelen mezeleri, yemekleri görünce, o geceki ikram ve hizmetleri yaşayınca ne kadar önyargılıymışım dedim. Mezeler süperdi, kebaplar güzeldi, tatlıya sıra gelemedi, midemi doldurmuştum. Bir kına gecesinde olması gereken her şeyi organize ediyor mekan. Zenne, dansöz, halay, lokum, kına, her şey var. Süper eğlenceli. Garsonlar desen, çok yardımcı ve kibarlar. Zaten seninle şarkı söyleyip halay çekiyorlar. Hatta bir ara bir yanımda bir garson, diğer yanımda diğeri halaydaydım. Ben kolay kolay her yeri beğenmem, gerçekten güzeldi.

Sıra geldi düğüne. Dedim çiçekli bir elbisem var, tam sahil kenarı elbisesi, onu mu giysem. Ama dedim herkes abiye giyinir, kesin utancından yerin dibine girersin, giyme. Bir şey de almak istemiyorum, para harcamak istemiyorum. Geçen senelerde bir arkadaşımın düğünü için aldığım abiye siyah bir elbisem vardı. Ama o zaman kilom 70ti. Kesin olmaz üstüme dedim, onu da eledim. Ama dayanamayıp dün gece 2de kalkıp, annem uyurken odasına girip, dolabından siyah elbisemi çıkarıverdim. Ve gecenin bir yarısı elbiseyi denedim. Neyse ki biraz esnek kumaş giyebildim de arka fermuarı kapanmıyor. Ben sandım göbekten dolayı giyemem, göğüsten dolayı olmuyor üzerime. Göbeğim desen ayrı, bariz bir balkon şeklinde elbiseden dışarı fırlıyor. Hadi onu korse filan hallettim diyelim, bu göğüsleri napıcam ben onu bilmiyorum. Hayır kaç zamandır zaten iyice kafayı takmıştım. Gayet memnunum büyük olmalarından dolayı. Kendimi niptuck ta hissediyorum :DD Ama son zamanlarda ağırlığından mıdır nedir bir üstüne yatınca, mıncıklayınca acıma durumları vardı.

Sanırım benim acilen kilo vermem gerekiyor. Gerçekten bu vücudumdaki 10 kiloluk fazla yükü taşıyamıyorum. Sabah da Mehmet Öz'ü izledim televizyonda, gazı aldım. Rejim değil de yediğin içtiğin şey, değerli ve vücuduna yarayan şeylerse zaten kilo kaybı da geliyor sanırım. Benim bu işi başarmam, yeme alışkanlıklarımı değiştirmem lazım. Başka çare yok. 1. gün bugün ve ömür boyu insallah.

27 Haziran 2010 Pazar

bekleyiş

Sürekli bir yeni şeyler arama, bekleme telaşım var. Bir haber, bir eposta, bir mesaj. İnternet başında sürekli aynı sitelerin içinde dolanıp duruyorum, bir iş bir haber arıyorum ki böyle bir anda hayatımı değiştirsin. Telefona gelen her aramaya her mesaja heyecanlanıyorum, sanki hayatımı değiştirecekmiş gibi. Epostama düşen mesajlar da aynı şekilde bende kalp çarpıntısı yapıyor. Nolucak bu halim, bu amaçsızlığım bu bağımlılığım bilmiyorum. Gerçekten hiçbir şey yok bu arada, beklediğim. Amaçsız bir bekleme işte. Annem bugün falıma baktı, tüm yollarım kapalı, yüreğim kabarmış, hiçbir güzel şey yoktu valla falımda bile. Neyse belki güzel bir haber alırım bir yerlerden. Mesala bunu yazarken geliverdi bir dosttan nasılsın diye bir mesaj...
- iyiyim işte, nolsun

25 Haziran 2010 Cuma

aşkı memnu

Ben kendi türümü hiç sevmem, işte Bihter de bunun en güzel kanıtı. Ben bu kadını bir türlü sevemedim. Para babası adamı bırakama, gencecik çocuğu oyala. Behlül olmazsa nasılsa Adnan var, hep yanımda tavırları. Ama Behlülden de vazgeçemem asla ayakları. Ne salak Nihal, ne ondan aptal Adnan. Olan Behlüle oldu, en çok ona acıdım. Bihter'in yanı sıra Firdevs denen kadın mesala. Dizinin en bomba karakteriydi. Kötü kadın Firdevs diyordum ilk baştan ama kendi çıkarları için her şeyi ve herkesi yönetebilen kadın modeli o, aramızdaki, içimizdeki kadın.

Böyle bir saçmalık olabilir mi? Oturmuş dizi kritiği yapıyorum ama ben bu diziyi öyle deli gibi takip etmememe rağmen işte bizleri, biz kadınları görüyorum. Ey duyun erkekler, siz çok masumsunuz, safsınız. Bizim gibi ince hesaplar peşinde değilsiniz. Tanıdıysam sizleri bu zamana kadar bunu bilir, bunu söylerim. Bizi tanımak istiyorsanız, oturun bu dizileri izleyin. Seviyorum sizi :))

He bir de Vicky Cristina Barcelona diye bir film vardır ya, kadınları anlatma konusunda Woody abime şapka çıkarırım. O nasıl bir çözümlemedir şaşarım.

oh be bu da bitti sonunda. Sırada Yaprak Dökümü var. Orada da Ferhunde karakterini pek seviyorum. Elimde değil ya, ben kötü kadınları seviyorum. Aslında onlar kötü değil gerçekte, gerçekten!! Mutlak kötü ve mutlak iyi diye bir şey de yok ayrıca. Daha fazla saçmalamadan son veriyorum bu yazıya.

24 Haziran 2010 Perşembe

toplanma

Taşındığımızdan bu yana, ki bu süreçte ben yoktum, toplamadığım odamı bugün toplayıverdim. Yani marttan beri elimi hiçbir şeye sürmemiştim. Bir sürü şey torbalarda filan duruyordu, oraya buraya sıkıştırılmıştı. Yazlıkları, aman daha yaz gelmedi diyerek bir türlü çıkarmamıştım. Bugün bir giriştim, hepsini topladım. Böylelikle "giyecek hiçbir şeyim yok" mazeretim de sona ermiş oldu. Aha bu da varmış, bu da nerden çıktı diye, bir sürü şey buldum. Yarın arkadaşımın bekarlığa veda partisinde ne giyeceğimi düşünüyordum, bu sorun bile ortadan kalkmış oldu.

Şimdi kafamı toplama sırası. Ya bu illa toplanmak zorunda mı? Yani dağınık kalsa olmuyo mu?

21 Haziran 2010 Pazartesi

sana

Blogumu sessizce takip eden, yorum yapmadan girip çıkan arkadaş. Sana diyorum. İşte yazdım. Telefonuna mesaj atmadım ama bak sana özel bir yazı yazıyorum.

Aslında yazın, bir hafta önce hazırdı kafamda. Kurguladım da, hiç cesaret edemedim yazmaya. Hala da edemiyorum. Sanırım sen, o bahsettiğin uzak ülke var ya, hani bana "sen de gelirsin" dediğin ve benim gözlerimi kaçırıp ne diyeceğimi bilemediğim ve gelirim tabi dediğim, işte olur da karar verirsen, gitmene yakın yazarım. Ancak o zaman cesaretimi toplarım. Dersen ki bana da yazmışsın bir yazı, yok derim inkar ederim.

Tek diyeceğim var şimdilik, seni zamansız tanıdım.

Son bir hafta

Mavi, masmavi, balıklar, sıcacık su, güneş, yıldızların altında uyku... Böyle hayallerle gittim Fethiyeye. 6 gün, tekne konaklamalı dalışlı mavi tura.

Artık nasıl hayaller kurduysam biraz kırıldı çoğu. Fethiye'nin yüzeyden dibi görünen koylarını hayal etmiştim, yüzeyden hiçbir şey görünmüyor. Sürekli bulanık bir su. Hadi olur bu kadar dedim, ama canlısı çoktur diye hayal etmiştim. Yaptığım 15 dalışta hepi topu bir iki orfoz gördüm. En çok görmeyi sevdiğim minik balık sürüleri bile yoktu. İlk dalış ve son gece dalışı çok güzeldi. İkisi de Turunç koyundaydı zaten. Diğer koyların hiçbirini tutmadım. Su öyle çok sıcak değildi ama güzeldi. Her gece yıldızların altında uyuyamadım, bazı koylarda gece çok esti, kamaraya kaçtım. Ama yattığım geceler güzeldi, sırtımı tepelere, yüzümü denize döndüm, tepeler yorgan oldu gibi hissettim. İlk gece sinekler öyle bir yedi ki beni, bütün hafta acısını çektim. Benden başka sinekler tarafından yenen de olmadı, ne iş anlamadım. Doğru düzgün güneşe çıkmadığım için yanmadım, kararmadım. Zaten hep koyu tenim, hafif yanıkla bir baktım aynaya bir hafta sonra güzelleşmişim gibi geldi :))

Onun dışında biraz sinir harbi de yaşadım. Tamam şimdi asıl konuya geliyoruz. Çünkü kendimi zor tuttum, teknede interneti açıp da bloga iki çiziktirmeye ramak kalmıştı. Yakalanırım diye korktum. Canım arkadaşım var bir tane. Bir de kankimiz de var, üçümüz oh keyif, dedikodu yaparız diye de hayal etmiştim. Hatta gitmek istememin en büyük sebepleri de onlar. Ama aramıza kara kedi girdi. Evet evet kötüyüm ben, sevdiklerimi kimseyle paylaşamıyorum. Sevgilim zaten uzak durur bu kızdan, bana da öyle öğütler. Bu kız benim arkadaşların dibinden ayrılmayınca ben de gruba uzak kaldım. Hiç yanlarına gitmedim. Bir de kızda sürekli, sevgilime ağbi ağbi modu, bir yanaşmalar filan. Kendini bana görümce belleyip kıskandırma çabaları. Bir alırım paçanı aşağı, doğru konuş tavırları. Muhabbetinden de haz etmedim. Fenalık geldi içime! Sonra başka bir erkek arkadaşımızın sevgilimin dibinden hiç ayrılmayışı da bunlara eklenince varın siz düşünün kıskançlığımı. Zaten dediydim ya bir huysuzluk bir kıskançlık son zamanlarda. Kontrol edemiyorum bir türlü kendimi.

Adamın da sürekli yanımda olmasını istiyorum. Rahat bırakmıyorum bir türlü. Küçücük teknede bile kaybettim adamı zaman zaman. Sonra karar verdim ki, herkesin sevdiği bir adamla olmak çok zor. Onun için de kimsenin sevmediği bir kadınla beraber olmak zor olmalı diye düşündüm. Hatta ona da söyledim bunu, aldırmadı, benim sevgim sana yeter dedi.

Bu tatilin aramızı düzeltmesini, her şeyin bir anda çok güzel olmasını, değişmesini hayal ettim. Kısmen de olsa öyle oldu. Anladım ki bizim aramızda bir sorun yok, biz anlaşıyoruz, seviyoruz birbirimizi, ilk günki gibi kur yapıyoruz birbirimize. Anladım ki sorun başka yerde. Benim kararsızlıklarım, kendi duygularımdan emin olamayışım, kafamın sürekli karışması. Ve onun hayatındaki bazı unsurlar. Bazı şeyleri kaldıramıyorum ve katlanamıyorum. Değişmesini istediğim şeyler sanırım hiçbir zaman değişmeyecek, ya kabullenicem ya da yalnız yola devam edicem. Bilemedim.

11 Haziran 2010 Cuma

ben kaçar

Pek bir heyecanlıyım. Daha önce de yolculuğa çıktım ama bu kadar heyecanlanmadım sanırım. Nazar değecek diye ödüm kopuyor. Dün bile hissettim, şu arapça seti aldıktan sonra, sultanahmetten eminönüne yürürken, kesin bir şey olacak dedim. Hemen önümdeki kızı tramvay eziyordu, son anda arkadaşı kenara çekti. Oh dedim nazar kalkmıştır belki. Ama yok ben hala heyecanlıyım.

Sabahtan beri Zilli ile bikini bakıyoruz Kadıköy'de. Onun bir kadınla alışveriş konusunda bu kadar rahat olabileceğini düşünmezdim. Aşağı inelim, yukarı çıkalım, şuraya da bakalım taleplerime hiç sesini çıkarmadı. Hatta girdiğimiz her dükkanda kızlara yazdı durdu. 12 yıllık arkadaşımın iyi bir alışveriş arkadaşı olduğunu yeni anladım. Zaten nerede karı kız varsa, onun için fark etmez.

Koca memelerime bikini bulmak çok zor oldu. Hem alttan birleşmeli olsun, hem ucuz olsun hem güzel olsun felan. Neyse sonuçta bir mayo bir bikini almış bulunuyoruz. Çok şükür.

Akşam ben kaçar.

10 Haziran 2010 Perşembe

yokum

Kaç haftadır nasıl bir stres nasıl bir stres, yetiştirdim yetiştiremedim. Resmen helak ettim kendimi. Sabahın dördünde yatmalar filan. Annem bile stres olmuş. En son yazdıklarımı kontrol için vermiştim. Geçen sabah yetişsin diye dörtte uyanıp sabaha kadar düzeltme yapmış. Ve sonunda bitirdim. Annemin de düzeltmelerini yapıp, tezimi jüri üyelerine teslim ettim.

Teslim etmeden önce enstitüden, teslim edilebilir kağıtlarını almak lazımdı. Resmen yalvardım millete. Yok yazıldı, yok imzada, yok burada değil filan dediler. Kattaki her memuru ziyaret ettim. Ve sonunda kağıtları da alıp jüri üyelerine bıraktım. Bırakmak da kolay olmadı. Herkes her zaman yerinde bulunmuyor. Bu iş de iki gün sürdü ve şu an itibarıyla rahatım.

Bu kadar stres yapmamım sebebi ise, herkesin mavi tur için fethiyeye gidiyor olması ve benim de tez yüzünden burada kalma ihtimalimdi. Çok şükür ben de gidiyorum. Yarın akşam yola çıkıyorum. Bir hafta dalmadık koy bırakmayacağım :)))

Bugün artık tüm tez işlerini bitirmenin rahatlığıyla, şu Beyazıt meydanının orada sahafçılar çarşısı vardı, oraya uğrayayım dedim. Ve ne aldım? Arapça eğitim seti. Deli mi sikti beni arapça öğrenmeye kalkıyorum bilmiyorum ama almazsam çatlardım. VCD li filan. Bir açtım baktım, bismillahirahmanirahim filan diye başlıyorlar derse. Neyse dedim katlanacaksın artık bu kadarına. Fena bir sete benzemiyor, bir de şu dinsel metinler olmasa daha iyi. Ama ince bıyıklı bir hoca ve başı kapalı bir güruh sınıfa katlanmaktan iyidir herhalde diye düşünüyorum. Bakalım bu işi kendi başıma becerebilecek miyim merak ediyorum. Hazır, erdoğan sağolsun, orta doğu ile ilişkilerimiz gelişirken ve batıdan uzaklaşırken, ingilizce almanca filan tarih olacak, yeni dil arapça benden söylemesi. bu dallamalar sittim sene ingilizce konuşamayacaklarına göre, en iyisi onların dilinden konuşmak. Evet evet, beni deli sikti!!!

9 Haziran 2010 Çarşamba

Suriye, Beyrut


- Şimdi yolculuk şöyleydi. Reyhanlı'dan Suriye'ye giriş. İstikamet Halep. Halepte geceleme. Ertesi gün, Hama ve Humus üzerinden Şam'a yolculuk. Şam'da geceleme. Ertesi gün ya Ürdün ya da Lübnan'a geçip oradan gecelemeden Türkiyeye dönüş. Ürdün'e giriş parası yüksek olduğu için Lübnan'ı tercih ettik. 2 gece 3 gün yorucu bir yolculuk.



- Anlayacağınız üzere Suriye'ye iki kez giriş yaptık. Çünkü Lübnan'dan çıkarken de Suriye'ye tekrar girmemiz gerekiyordu. Lübnan'a da bir giriş bir çıkış. Toplamda 6 kez sanırım sınır kapılarında pasaportlarımızı onaylattık. Suriye kapılarında hiçbir ama hiçbir işinizi rüşvetsiz halledemiyorsunuz. Öyle rezil yerler ki inanamazsınız. Görevliler, bırakın ingilizceyi latin alfabelerini okumayı bile bilmiyor. Mesela isminizi yazıcak tamam mı: Ebru. Bakıyor, "E" harfine sonra kalvyeye bakıyor, klavyede arıyor, sonra basıyor. Ad soyad, doğum tarihi tüm işler için aynı şekilde. Sıra geliyor pasaportun geçerlilik tarihine. Dikkat ederseniz ay kısmı ingilizce ve türkçe yazıyor, rakamla değil. Adam okuyamadığı için, yerinden kalkıyor takvime gidiyor, September'ın Arapçada hangi aya denk geldiğine bakıyor. Yerine geçiyor ve bir pasaport yaklaşık 15 dakikada anca kayıt altına alınıyor. Şaka gibi!!



- Bizim grupta hocalar da vardı. Elimizde en az 6 tane yeşil pasaport var. Tabi bu mal görevliler kapaktaki görevli adını okuyamıyor. Bir keresinde siz diplomat mısınız diye bizim hocaya sormuşlar. O da he evet diplomatım demiş. Türkiye vatandaşı olduğumuz için herkesten öncelikliydik. Kapılarda bekleyen tır şöförleri vs. nasıl eziyet çektiriliyor anlatamam. Bir hoca anlattı, adamın tekini herkesin gözü önünde memurlar dövmüş, bir de içeri odaya da almışlar, peşinden diğer memurlar da dalmış. Böyle rezillik yani.



- Yolculuğa çıkmadan önce sevgilim de dahil olmak üzere çok pis her yer, tuvalet konusunda çok zorlanacaksın vs. dediler. Aldırmadım. Bence en az bizim kadar pisler. Türkiyede uzakta değil, istanbul izmir yolunda bile bir sürü yerde duruyoruz, her yer leş gibi. Onlar da o kadar pis işte. O yüzden çok şaşırmadım, garipsemedim. Midem bulanmadı.

- Yemekleri çok ağır da demişlerdi ama ben bu üç gün boyunca sadece bir kez restoranda oturup yemek yedim. O da kebap ve tavuk şişti. Yolda da bir kez lahmacun aldık. Bizimkiler kadar lezzetli değil. Onun dışında kurabiye, meyve, tatlı vs. ile yetindik. Zaten duracak yemek yiyecek hiç vakit olmadı.

- Her yerde pazarlık yapılıyor. Adam diyor mesela 700 Suri diye. Dönün arkanızı gidin, 500 Suri diye bağırıyor. Şöyle bir geri dönüp bakın, sonra tekrar ilerleyin, 300 diyor. Biraz daha ilerlerseniz 100'e alabilirsiniz. Esnaf turisti kazıklama peşinde. Halepte kalenin karşısında bir nargile çay içelim dedik, 20 kişiye 100 lira (3000 Suri) hesap çıkardılar. Nargile içen fazla olmadı. Buna rağmen bu fiyat geldi. Türkiyede bile hiçbir yerde bir çayı 5 liraya içmezsiniz.

- Halep'i çok beğendim. Şam da çok güzel ama Şam'a varmamız Cuma idi, her yer kapalıydı.



Halep

- Halep'te kaldığımız otel güzeldi. Temizdi en azından. Banyosu, tuvaleti. Lavabosu tıkalıydı ama dert etmedim. Dışarıdan da şehir gürültüsü içeriye geliyordu, yine dert etmedim. Bu oteli önceden ayarlamışlardı. Ama Şam'a gittiğimizde, her yer doluydu. Hoca bir otel bulmuş, allahım köpek bağlasan durmaz. Herkes eşarbını filan yatağın üzerine serip ya da hiç soyunmadan yattı. Tuvalet denen yere bin şahit ister, tuvalet demek için. Sıcak su filan yok. Her yer leş gibi. Tam otelde ayrılacakken, benim anam var ya tuhaf anam, sabah ayrılmadan önce bir şuralara su tutuvereyim demiş. Ya sana ne, ne uğraşırsın elalemin pisliğiyle! Lobiye geldiğinde beti benzi atmıştı. Söylediğine göre tuvaletin hemen arkasında dışkı birikintisi varmış. Birileri gizlemiş. Avrupada otellerde arapların kıçlarını perdelere sildiklerini duymuştum, bu da aynı hesap, yalan değilmiş.


Beyrut

- Beyrut muhteşem bir yer. Rehberimiz olmadığı için şehir merkezine nasıl gidilir bilemedik. Durduk esnafa sorarken, yoldan geçen ayakkabı boyacısı çocuk Türk çıktı. Aldık otobüse, bütün gün bize eşlik etti. Beyrut sahili, Miami beach mubarek. Yarı çıplak vücutlu erkekler koşu yapıyor filan. Öyle kapalı kadın filan yok. Her yer tertemiz. Onlar da arap ama her şey çok farklı. Beyrut tam bir Avrupa şehri. Çok güzel. Savaş kalıntıları olur sanmıştım, ama pek yok. Çok güzelleştirmişler şehri.


- Gezi boyunca annemi sürekli kontrol etmek durumunda kaldım. Hep geride kaldı. Kaybolacak bir şey olacak diye ödüm koptu. Öye fotoğraf çekse iyi, çekersin devam edersin değil mi! Yok bizimkinin elinde video kamera var. Arada bakıyorum nasıl çekiyor diyor, kayıta basmamış standbyda çekim yapıyor. Yüz kez anlattım, bak şöyle kullanılıyor diye. Yok yine de anlamadı bir türlü. Daha beni bir sürü deli etti de anlatmıyorum artık.

- Ya bir de turun bana ne kadara patladığını söyliyim de siz de sevinin :P 250 lira. Hatta 300 lira idiydi de 50 lira artınca kişi başı, hoca geri verdi. Halep'e gidiş dönüş bir de uçak bileti. Topu topu 450 lira tuttu.

- Hayatımın en ilginç ve güzel yolculuklarından biriydi. Genelde yalnız seyahat etmeyi severim. İlk kez bir grupla seyahat etmenin keyfini yaşadım.

7 Haziran 2010 Pazartesi

lanet

Hiç kaprisim olmadı şimdiye kadar. Ben neden gelmiyorum, neden oraya gidiyorsun, kim var yanında, kiminle konuştun, neden onunla görüştün gibi tuhaf sorular sormadım. Aynı şeyleri hiçbir amacı olmadan yüz kez tekrarlayıp karşımdakini bıktırmadım. Neden o kıza baktın, o sana neden baktı gibi anlamsız kıskançlıklar yapmadım. Hiç dırdır yapmadım, yapılmasından da hoşlanmadım. Gereksiz tartışmalara girmedim. Kızsal triplerim hiçbir zaman olmadı.

Ama şimdi ben lanet bir kadın oldum. İşim yok, gücüm yok, ilgilenecek dert edilecek şeylerim yok, şimdi sürekli bozuk plak gibi sarıyorum. Ve sürekli aynı şarkıyı çalıyorum. Kendimden bile yoruldum. Tek ama tek isteğim karşımdakinin bana tahammül etmesi.

Kendime hiç yakıştıramadığım hareketler bunlar. Eski ben olmak istiyorum. Ama olamıyorum.
Yapmayayım diyorum, bu kez mutsuz oluyorum. Beni mutlu edecek hiçbir şey bulamıyorum.

Her şey dağınık. Kafam dağınık, odam dağınık, hayatım dağınık. Toplamak için en ufak çaba sarf etmiyorum. Bıraktım öyle. Hep bir engel çıkarıyorum kendime. Bu bitsin öyle diye. Hep erteliyorum. Nedir bu depresif hallerim, ne zaman geçecek bilmiyorum. İlacım ne onu da bilmiyorum.

Çok lanet kadın oldum.

6 Haziran 2010 Pazar

üşengeç

Suriye ve Beyrut anılarımı yazma konusunda pek bir üşeniyorum. Yazmasam olur mu :((

5 Haziran 2010 Cumartesi

yorgun

Ben aslında çok mutsuzum ve sen farkında değilsin.
Yoğunluğumuzdan ve önceliklerimizden birbirimize ayıramadığımız zaman, geçiyor ve geçtikçe tükenen biz oluyoruz. Farkında değilsin, normal geliyor sana her şey.
Hiç vaktin yok bana. Senin olduğu zamanlarda ise benim sana olmadı.
O yüzden suçlayamam seni ama dayanacak gücüm de kalmadı.
Biliyorum, hep olmayan şeyler için senaryolar üretiyorum ama ben bu senaryolarla yaşıyorum.
Sezgilerim çok güçlü, olacakları görüyorum. Senaryolarım gerçeğe yakın çıkıyor.
O yüzden tek isteğim, başkalarını ve sorumluluklarımızı biraz olsun boşvermek. Yapamam dersen başka türlüsünü bilmiyorum. Yoruldum yine ben...

4 Haziran 2010 Cuma

hasta

Öyle karışık yazıyorum ki, ipin ucu kaçtı.
Sanırım Suriye macerama devam etmeden önce, beni iki gündür yatak döşek yatıran süreci anlatmamda yarar var.

Hani öğrencilerin anketlerinin SPSS girişleri gelmemişti ve ben kafayı yemek üzereydim, geç kalıyordum filan ya, hemen acil önlemler aldım.

İlk önce online bir platforma anketleri girdim, Facebook'ta linki paylaştım. Baktım kişi sayısı yeterli gelmeyecek, hemen annemin üniversitesine gidip anket yaptım. Tabi annem yaptı hepsini aslında. Sonra bu arada Facebook tan da 200 kişi filan topladım, üniversitenin anketlerini bir günde girişini yaptım. Facebook anketlerinin girişini yapmaya gerek kalmadı, platform direkt spss olarak verdi, üstelik ücretsiz. Hafta sonu oturdum annemle tüm değerlendirmeleri yaptım. Sağolsun kadın bana spss i, tüm testleri, neyi nasıl okuyacağımı, tabloları nasıl yapacağımı anlattı. Ve aradan bir hafta geçtiğinde ben neredeyse tezimi bitirmiştim. O hafta sonunun akabinde tezi hocama gösterdim, gözlerine inanamadı. İlk kez bir öğrenciye bunları anlatmak zorunda kalmadım, her şeyi halletmişsin, harikasın dedi. Çok mutlu oldum. Sadece tartışma ve sonuç kısmım kalmıştı. Suriye ye gitmeden biraz onu yazdım. Suriyeye götürsem mi bilgisayarı yolda tamamlarım dedim. Sonra çalınır diye vazgeçtim.

Suriye'den dönüşüm geçtiğimiz Pazar. Çok yorgundum. O gece yattım uyudum. Pazartesi bir gaz yine tezi yazmaya devam ettim. Gece 2den önce yatamadım. Salı yine devam ettim. Bu kez dipnot, kaynakça kontrolleri, sayfa ve içindekiler numaraları gibi inanılmaz yorucu incık cıncık dikkat dağıtan işlerle uğraştım. Salı gecesi sabah 4te yattım. 8 de uyandım. Son kez anneme gösterdim, birkaç yeri düzelttirdi. Sonra apar topar okula gittim. Kadıköyden aldığım çıktıları, hocamın dersini işgal edip gösterdim. Yanımda götürdüğüm laptopumda dilekçe yazdım, kendisine imzalattım. Jüri üyeleri formunu doldurmam gerekiyordu, hocalara gidip jürimde olur musunuz diye sordum, kabul aldım. O formu anabilim dalı başkanına imzalattım. Hocam dedi, bu tamam ciltlet. Ciltlettim. Enstitüye gittim. Tüm personel toplantıdaydı, bekleyeceksiniz dediler. Bekledim. Mesai saatinin bitimine az kalmıştı ve ben mutlaka Perşembe günkü yönetim kuruluna girmesini istiyordum ki karar bir an önce çıksın. Bizimle ilgilenen bey geldi, ona derdimi anlattım. Ben veririm yarın girer mi bilmiyorum dedi. Bu ada 10 gün önce verdiğim tez ismi değişikliği talebinin onayının gelmediğini öğrendim. İkisini aynı anda vermediğime pişman oldum. Neyse sonunda enstitüye teslim etmiş oldum.

Öyle yorgumdum ki, malezyadan gelen ve ertesi gün tekrar dönecek olan eski bir ispanyol dostumla mutlaka buluşmam gerekiyordu. Modada oturduk, serin havada dondurma yedim. Akşam eve geldim, yatmaya yakın korkunç karın sancılarım başladı. Ayrıntıya giremeyeceğim, gerçekten can sıkıcı şeyler. Ama vücudum bitkin, ara ara sürekli sancılanıyorum. Acile gittik dün, ağrı kesici iğne yaptılar ve ilaç yazdılar. Bilmiyorum ne zaman geçecek. Hafta sonu izmire dalışa gidecektim ama mecburen iptal ettim.

Tek arzum, önümüzdeki hafta ensitüden tamam tez jüri üyelerine dağıtılabilir kararının çıkması, ve önümüzdeki cumartesi günü bir haftalık dalışlı mavi tura katılabilmek. Geçen sene yeni işe girdiğim içi gidememiştim. Bu sene gerçekten gitmek istiyorum. Böyle işte.