9 Haziran 2010 Çarşamba

Suriye, Beyrut


- Şimdi yolculuk şöyleydi. Reyhanlı'dan Suriye'ye giriş. İstikamet Halep. Halepte geceleme. Ertesi gün, Hama ve Humus üzerinden Şam'a yolculuk. Şam'da geceleme. Ertesi gün ya Ürdün ya da Lübnan'a geçip oradan gecelemeden Türkiyeye dönüş. Ürdün'e giriş parası yüksek olduğu için Lübnan'ı tercih ettik. 2 gece 3 gün yorucu bir yolculuk.



- Anlayacağınız üzere Suriye'ye iki kez giriş yaptık. Çünkü Lübnan'dan çıkarken de Suriye'ye tekrar girmemiz gerekiyordu. Lübnan'a da bir giriş bir çıkış. Toplamda 6 kez sanırım sınır kapılarında pasaportlarımızı onaylattık. Suriye kapılarında hiçbir ama hiçbir işinizi rüşvetsiz halledemiyorsunuz. Öyle rezil yerler ki inanamazsınız. Görevliler, bırakın ingilizceyi latin alfabelerini okumayı bile bilmiyor. Mesela isminizi yazıcak tamam mı: Ebru. Bakıyor, "E" harfine sonra kalvyeye bakıyor, klavyede arıyor, sonra basıyor. Ad soyad, doğum tarihi tüm işler için aynı şekilde. Sıra geliyor pasaportun geçerlilik tarihine. Dikkat ederseniz ay kısmı ingilizce ve türkçe yazıyor, rakamla değil. Adam okuyamadığı için, yerinden kalkıyor takvime gidiyor, September'ın Arapçada hangi aya denk geldiğine bakıyor. Yerine geçiyor ve bir pasaport yaklaşık 15 dakikada anca kayıt altına alınıyor. Şaka gibi!!



- Bizim grupta hocalar da vardı. Elimizde en az 6 tane yeşil pasaport var. Tabi bu mal görevliler kapaktaki görevli adını okuyamıyor. Bir keresinde siz diplomat mısınız diye bizim hocaya sormuşlar. O da he evet diplomatım demiş. Türkiye vatandaşı olduğumuz için herkesten öncelikliydik. Kapılarda bekleyen tır şöförleri vs. nasıl eziyet çektiriliyor anlatamam. Bir hoca anlattı, adamın tekini herkesin gözü önünde memurlar dövmüş, bir de içeri odaya da almışlar, peşinden diğer memurlar da dalmış. Böyle rezillik yani.



- Yolculuğa çıkmadan önce sevgilim de dahil olmak üzere çok pis her yer, tuvalet konusunda çok zorlanacaksın vs. dediler. Aldırmadım. Bence en az bizim kadar pisler. Türkiyede uzakta değil, istanbul izmir yolunda bile bir sürü yerde duruyoruz, her yer leş gibi. Onlar da o kadar pis işte. O yüzden çok şaşırmadım, garipsemedim. Midem bulanmadı.

- Yemekleri çok ağır da demişlerdi ama ben bu üç gün boyunca sadece bir kez restoranda oturup yemek yedim. O da kebap ve tavuk şişti. Yolda da bir kez lahmacun aldık. Bizimkiler kadar lezzetli değil. Onun dışında kurabiye, meyve, tatlı vs. ile yetindik. Zaten duracak yemek yiyecek hiç vakit olmadı.

- Her yerde pazarlık yapılıyor. Adam diyor mesela 700 Suri diye. Dönün arkanızı gidin, 500 Suri diye bağırıyor. Şöyle bir geri dönüp bakın, sonra tekrar ilerleyin, 300 diyor. Biraz daha ilerlerseniz 100'e alabilirsiniz. Esnaf turisti kazıklama peşinde. Halepte kalenin karşısında bir nargile çay içelim dedik, 20 kişiye 100 lira (3000 Suri) hesap çıkardılar. Nargile içen fazla olmadı. Buna rağmen bu fiyat geldi. Türkiyede bile hiçbir yerde bir çayı 5 liraya içmezsiniz.

- Halep'i çok beğendim. Şam da çok güzel ama Şam'a varmamız Cuma idi, her yer kapalıydı.



Halep

- Halep'te kaldığımız otel güzeldi. Temizdi en azından. Banyosu, tuvaleti. Lavabosu tıkalıydı ama dert etmedim. Dışarıdan da şehir gürültüsü içeriye geliyordu, yine dert etmedim. Bu oteli önceden ayarlamışlardı. Ama Şam'a gittiğimizde, her yer doluydu. Hoca bir otel bulmuş, allahım köpek bağlasan durmaz. Herkes eşarbını filan yatağın üzerine serip ya da hiç soyunmadan yattı. Tuvalet denen yere bin şahit ister, tuvalet demek için. Sıcak su filan yok. Her yer leş gibi. Tam otelde ayrılacakken, benim anam var ya tuhaf anam, sabah ayrılmadan önce bir şuralara su tutuvereyim demiş. Ya sana ne, ne uğraşırsın elalemin pisliğiyle! Lobiye geldiğinde beti benzi atmıştı. Söylediğine göre tuvaletin hemen arkasında dışkı birikintisi varmış. Birileri gizlemiş. Avrupada otellerde arapların kıçlarını perdelere sildiklerini duymuştum, bu da aynı hesap, yalan değilmiş.


Beyrut

- Beyrut muhteşem bir yer. Rehberimiz olmadığı için şehir merkezine nasıl gidilir bilemedik. Durduk esnafa sorarken, yoldan geçen ayakkabı boyacısı çocuk Türk çıktı. Aldık otobüse, bütün gün bize eşlik etti. Beyrut sahili, Miami beach mubarek. Yarı çıplak vücutlu erkekler koşu yapıyor filan. Öyle kapalı kadın filan yok. Her yer tertemiz. Onlar da arap ama her şey çok farklı. Beyrut tam bir Avrupa şehri. Çok güzel. Savaş kalıntıları olur sanmıştım, ama pek yok. Çok güzelleştirmişler şehri.


- Gezi boyunca annemi sürekli kontrol etmek durumunda kaldım. Hep geride kaldı. Kaybolacak bir şey olacak diye ödüm koptu. Öye fotoğraf çekse iyi, çekersin devam edersin değil mi! Yok bizimkinin elinde video kamera var. Arada bakıyorum nasıl çekiyor diyor, kayıta basmamış standbyda çekim yapıyor. Yüz kez anlattım, bak şöyle kullanılıyor diye. Yok yine de anlamadı bir türlü. Daha beni bir sürü deli etti de anlatmıyorum artık.

- Ya bir de turun bana ne kadara patladığını söyliyim de siz de sevinin :P 250 lira. Hatta 300 lira idiydi de 50 lira artınca kişi başı, hoca geri verdi. Halep'e gidiş dönüş bir de uçak bileti. Topu topu 450 lira tuttu.

- Hayatımın en ilginç ve güzel yolculuklarından biriydi. Genelde yalnız seyahat etmeyi severim. İlk kez bir grupla seyahat etmenin keyfini yaşadım.

1 yorum:

  1. Gayet güzel olmuş:) Annene üzüldüm:( Pis olduklarını duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum.

    YanıtlaSil