6 Nisan 2010 Salı

Festival izlenimleri 1

Hayatımda o kadar atraksiyon yok tabi, öyle Almanyadaki gibi şeyler yazamıyorum. Ben de dedim kendi kendime illa atraksiyon mu yazman lazım, yaz işte içinden geldiği gibi. Ben de şu aralarki meşguliyetim olan istanbul film festivalinde neler yaptığımı yazmaya karar verdim.

Senelerdir iple çekiyorum, bir çalışmiycam zamana denk gelse de film festivalini şöyle günde birkaç filmle filan izlesem. Sabah seansları da 3.5 lira ya, ohh bir filmden çıkarım öbürüne girerim filan diye hayal kuruyordum. Ama işler umduğum gibi gitmedi. Bi kere çalışmadığım için param yok. Şu tez beni oyaladığı için ve hoca ne zaman uygunsa ancak gidebildiğim için zamanlamam uygun değil. Ben de dedim, müsait olduğun zamanlarda giderim, alırım biletimi, girer izlerim. Seneler sonra ilk kez bilet almak için bir hafta önce 3-4 saat beklenen kuyruğa girmedim.

Dün de vaktim varken, Kadıköy sinemasında bol ödüllü Akvaryum diye bir film vardı, heh dedim buna gidiyim. Öyle konusu çok ilgimi çekmese de bu kadar çok ödül aldığına göre vardır bi güzelliği dedim.

Yarım saat önce gittim sinemaya. Hiç beklemiyordum kuyruk olacağını, kuyruğa girdim. Beklemeye başladım. Önümde de bayağı insan var, ama dedim herhalde bulurum bir bilet. Sonra hemen arkama yaşlıca bir adam geldi, böyle 60 yaşlarında filan. Arkama da değil, yanımda durdu. Sonra işte acaba bilet bulabilir miyiz den sohbeti açtı, açış o açış. Başladı anlatmaya ben vaktim olduğunda geliyorum, ne çıkarsa bahtıma onu izliyorum vs. diye anlattı. Ben de dedim, ben de bu yıl öyle yapmaya karar verdim, hazır çalışmıyoken dedim. Sonra tabi yok öğrenci misiniz yok ne işle meşgulsünüz vs. diye sohbet uzadı. Ben işte almanyadan yeni geldim filan diyince, bu kez muhabbeti Avrupa birliği, hristiyanlık, müslümanlığa filan getirdik. Nitekim hoş sohbetti ama keşke kısa sürseydi. Sonra görevliler, daha bize sıra gelmeden hiç bilet kalmadığını bildirdiler. Bey dedi bir sonrakine alsak mı, ama film pek ilginç gelmedi. Sonra dedi altıdakine alalım o zaman, ben muhabbetin gidişatını hissettim artık, işim var o saatte dedim. Bu kez ne işin var diye sordu!??!! (Allahım niye hep böyleleri beni bulur) İşlerim var filan diye geçiştirdim, nezaketimi de bozmamaya çalışarak.

Sonra sinemadan çıkarkene yine beni sohbete tuttu. Bilmem ne şehit onbaşı heykelinden girdi, cia in ülkeyi nasıl yönettiğinden çıktı. Ben zaten öyle çok konuşan biri değilim. Bildiğim konularda bile uzun uzun konuşma kapasitem yoktur. O konuştukça ben sadece başımı salladım, dediklerinin büyük çoğunluğunu da duymadım, aklım nasıl kaçsam acabaya çalışmakla meşguldü. Sonra dedi ben tenis hocasıyım, gel sana tenis öğretiyim. (Aslında tenis öğrenmeyi hep istemişimdir, anneme çok ısrar etmiştim küçükken, tenis oynamaya götürüyorum diye basketbola götürmüştü. İki ay boyunca gittiğim basketbol kursunda sadece bir basket atabilmiştim. Öyle de kazmayım) Yok dedim şu aralar çalışmıyorum zaten, sportif faaliyetler için bütçem yok. Dedi senden para mı istedik. Eyvah diye içimden geçirdim gidişat kötü, hemen kaçmalıyım. Müsaade isteyip uzadım.

Ama tekrar karşılaşırız diye Kadıköy sinemasına gitmeye korkuyorum. Üç tane de biletim var şimdiden. Bir tane de Seda'nın arkadaşı Co'ya aldırmıştım. Etti 4! Bu ilk haftanın biletleri. Daha önümüzdeki hafta var. Ne bok yiycem ben onu düşünüyorum!

Ya niye bana böyleleri denk gelir. Niye sırada orda burada böyle Behlül tipli çocuklarla karşılaşmam da ya bir iranlı ya 60lık yaşlı amcalar düşer. Nedir benim kaderim yaa!! ühüh

1 yorum:

  1. :))Festivalin tadını benim için de çıkar! Geçen sene tam 5 saat kuyrukta beklemiştim.Deli miyim neyim dedim, işte İstanbul Festivali'ne öyle bir tutkuyla bağlıyım, yemin ederim başka hiçbir şey için beklemem 5 saat.Amcalar konusunda yorum yapamıcam, maalesef her yerde istenmeyen zamanlarda ortaya çıkan bir tür o amca türü.Umarım karşılaşmazsın.

    YanıtlaSil