4 Ekim 2010 Pazartesi

nijeryalı komşu

Geldi gelmedi erteledi derken sonunda Almanya'daki nijeryalı komşum istanbula geldi. Nijerya'dan Almanya'ya dönüş uçağını İstanbul aktarmalı almış, burada da üç dört gün geçirmeyi planlamış. Aslında planı bir hafta kalmaktı ama o kadar vize vermemişler, üç gün ile sınırlı tuttu.

Salı günü Beyazıt'ta buluştuk. Banka, döviz, uçak bileti değişikliği vs. işleri derken o gün öyle geçti. Ben bizde kalacak sanıyodum, hostelde rezervasyon yaptırmış. Ama rezervasyon yaptırdığı hostel çok kötüydü, biz de gittik sultanahmette bir hostel bulduk. Çok şahane bir yer değil ama fena da değildi.

Çarşamba gününü Topkapı, Aya Sofya ile geçirdik. Tüm günümüzü aldı. Perşembe günü de Kapalı Çarşıdan girdik, oradan Mısır Çarşısı'na yürüdük. Mısır Çarşısından Galata'ya, oradan Tünele ve Beyoğluna, sonra Nevizadeye. Orada arkadaşın bi mekanında bira içtik, sonra Taksim meydanına, Dolmabahçeye, Beşiktaşa kadar yürüdük. Çok keyifliydi.

Cuma günü de eşyalarını bizim eve bırakıp, Çengelköy'den boğaz vapuruna bindik ve boğaz turu yaptık. Kanlıca'da indik, oturduk çay içtik. Oradan Kadıköy'e otobüsle geçtik. Kadıköy'den sahil otobüsüne bindik, Caddebostandan bostancıya kadar yürüdük.

Adama gösterebileceğim her yeri gösteriyorum, yedirebileceğim her türk yemeğini yediriyorum. köfte, kebap, helva, musakka vs. Sonra da soruyorum, nasıl, ne düşünüyorsun? Sürekli "its ok" diyor. Yani şimdi bu its ok'in bana göre çeşit çeşit anlamı var, tamam, fena değil, vs. Halbuki çok güzel, lezzetli, harika gibi sıfatlar duymak istiyorum. Sürekli ben buna "ne demek yani ok??, bu kadar mı??" diye üç gün boyunca başının etini yedim. O da gülerek "its ok" diye cevap verdi. Bir türlü adama muhteşem, harika dedirtemedim.

Cuma akşamı ben dalışa gideceğim, o da havalimanına gidecek, sabaha karşı uçağı. Bizim evde içeride annemle konuşuyorlar, ben de eşyalarımı topluyorum. Annem kafasında kurduğu her türkçe cümleyi birebir ingilizce çevirmeye çalışıyor, korkunç çeviriler yapıyor ama neyse çabalıyor işte. Bir ara komşumun kahkahalarını duydum, gittim sordum hayırdır dedim. Annem mektuplaşmak nasıl deniyor filan diye bana bir şeyler soruyor. Annemin bombası: "İngilteredeyken nijeryalı bir sevgilim vardı, iki yıl mektuplaştık". Anne dedim neden evlenmedim, babanla tanıştım dedi. Hatırlıyorum, ispanyol paça pantolonlu kara bir çocuğun bir mektupla birlikte fotoğrafı geçmişti elime. Nereden nereye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder